Bugün martın 13’ü
Eve gitmek için dağlar ,tepeler aşarken
,şehir trafiğinden yakayı kurtarmak için insanın kendini bir şeylerle oyalaması
gerekiyor.
En iyisi hayal etmek…
Parasal ve insansal
bir sürü sorunu bitirmiş , zaman zaman şehre inip eskiyi hatırlayarak korkarak
kendi vatanına dönmüş bir şehir uzağı olabilirdim mesela…
Toprakla baş başa çiçeği böceği dinler…denizin
sesiyle uyuyabilirdim… Çevrenin verdiği aynı iç huzuru ve dinginliği
paylaşabildiğim adamımla yan yana, haftaya gelecek olan biz gibi
arkadaşlarımızla,rakı balığa meze olacak, adanın sabahını aydınlatacak notalarla
kurabilirdik soframızı…
Sadece, deniz sesini geçiren cam kapıları olurdu evimizin…
Sabahları inadına erkenden kalkar,günü yakalamaya
çalışırdım.Şehirli arkadaşlarıma deniz kabukları boyar,rüzgara karşı öğleden
sonraları rezerve ederdim.
Aslında pahalıya satardı deniz ,kenarındaki bu huzuru...İstiridyelerden çıkan sürpriz incilerle süslü aynalar yapardım... Denizden ne çıksa bendi...Çünkü insanlara en güzel hediyeyi, kendilerini verirdi deniz . deniz suyu iletkendi…suyun geri getirdiği çocukluğun dertsiz tasasız kahkahalarını yazları ada akşamlarında kullanılmak üzere sahiplerine deniz suyu iletirdi.
Deniz sesi geçiren cam kapıların ardında
incili aynalar olurdu..bir de alabildiğine özgürlük…
En büyük mutluluğun hayatın garip yazgısı
içinde iç huzuruyla,sağlıkla ve kimseye muhtaç olmadan yaşanmış bir ömür
içinde, sevilen üç beş kişiyle menfaatsiz içilen bir bardak taze çay olduğunu
düşünmeye vakit bulabilirdik..…
Sessizliğimiz bile
hayran bırakabilirdi bir gezgini kendine...
Ya da iki kişilik bir
yalnızlık yaratabilirdik kendimize..
Zaman zaman büyük gemilerle denize
çıkar,biraz özlerdik ,dalgaların ayaklarımıza değdiği gün batımlarını...O zaman
alır başımızı gelirdik yine kapısında nazar boncukları ve deniz taşları asılı
olan cam kapılı eve..
Geceleri arada bir
yağan yağmurda istediğimiz kadar ıslanabilirdik...sonra da mis kokulu bir
sabaha ve taze demli çaya, kahvaltımıza
sarılarak uyurduk..
İnsanın yüzü solmazdı
burada...İnsanların hırsları,kompleksleri ve çirkinlikleri batmazdı göze..
Bir ömürden arta kalan
taşkınlıklar orta yaşın şakası olurdu…
Kuzey duvarları gök
rengi olurdu evlerin ve güneye bakan taraflar bembeyaz.
Okulda bazen ders yüzmek
olurdu, bazen yürümek...Yalanın,dolanın ne kadar zararlı ve rahatsızlık verici
bir şey olduğunu anlatan hikayeleri bir kayıkta piknik yaparak dinlerlerdi belki de burada çocuklar...
Birbirlerine saygıyı
çok acıktıkları bir orman yürüyüşü sonrasında biraz peynirle ekmek eşliğinde
su içmek için sıra beklerken öğrenirlerdi.
Ve hayatı yaşanmaya
değer kılan menfaatsiz duru dostlukların var olabileceğini öğrenirlerdi.
Şimdi pavlovun
köpekleri misali yaşamın dağılışını müjdeleyen bir çeşit zille insanlar zengin evlerindeki yalnız yaşamlara doğru yol
alıyorlar…Asıl ödülün ne olduğunu gayet iyi biliyoruz oysa…pastel boyalarımız
,kocaman aferinlerimiz,ellerimize kadar inen büyük büyük büyük yıldızlarımız
var aslında…
Bugün 13 mart…
Hayallerimi
yazabiliyor olmanın da güzel olabileceğine karar verdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder