13 Mart 2013 Çarşamba

ADA YAZISI


Bugün martın 13’ü

   Eve gitmek için dağlar ,tepeler aşarken ,şehir trafiğinden yakayı kurtarmak için insanın kendini bir şeylerle oyalaması gerekiyor.

En iyisi hayal etmek…

Parasal ve insansal bir sürü sorunu bitirmiş , zaman zaman şehre inip eskiyi hatırlayarak korkarak kendi vatanına dönmüş bir şehir uzağı  olabilirdim mesela…

  Toprakla baş başa çiçeği böceği dinler…denizin sesiyle uyuyabilirdim… Çevrenin verdiği aynı iç huzuru ve dinginliği paylaşabildiğim adamımla yan yana, haftaya gelecek olan biz gibi arkadaşlarımızla,rakı balığa meze olacak, adanın sabahını aydınlatacak notalarla kurabilirdik soframızı…

Sadece, deniz sesini  geçiren cam kapıları olurdu evimizin… 

  Sabahları  inadına erkenden kalkar,günü yakalamaya çalışırdım.Şehirli arkadaşlarıma deniz kabukları boyar,rüzgara karşı öğleden sonraları rezerve ederdim.
  Aslında pahalıya satardı deniz ,kenarındaki bu huzuru...
İstiridyelerden çıkan sürpriz incilerle süslü aynalar yapardım... Denizden ne çıksa bendi...Çünkü insanlara en güzel hediyeyi, kendilerini verirdi deniz . deniz suyu iletkendi…suyun geri getirdiği çocukluğun dertsiz tasasız kahkahalarını yazları ada akşamlarında kullanılmak üzere sahiplerine deniz suyu iletirdi.

  Deniz sesi geçiren cam kapıların ardında incili aynalar olurdu..bir de alabildiğine özgürlük…

  En büyük mutluluğun hayatın garip yazgısı içinde iç huzuruyla,sağlıkla ve kimseye muhtaç olmadan yaşanmış bir ömür içinde, sevilen üç beş kişiyle menfaatsiz içilen bir bardak taze çay olduğunu düşünmeye vakit bulabilirdik..…

Sessizliğimiz bile hayran bırakabilirdi bir gezgini kendine...

Ya da iki kişilik bir yalnızlık yaratabilirdik kendimize..

   Zaman zaman büyük gemilerle denize çıkar,biraz özlerdik ,dalgaların ayaklarımıza değdiği gün batımlarını...O zaman alır başımızı gelirdik yine kapısında nazar boncukları ve deniz taşları asılı olan cam kapılı eve..
Geceleri arada bir yağan yağmurda istediğimiz kadar ıslanabilirdik...sonra da mis kokulu bir sabaha ve  taze demli çaya, kahvaltımıza sarılarak uyurduk..

İnsanın yüzü solmazdı burada...İnsanların hırsları,kompleksleri ve çirkinlikleri batmazdı göze..
Bir ömürden arta kalan taşkınlıklar orta yaşın şakası olurdu…

Kuzey duvarları gök rengi olurdu evlerin ve güneye bakan taraflar bembeyaz.

Okulda bazen ders yüzmek olurdu, bazen yürümek...Yalanın,dolanın ne kadar zararlı ve rahatsızlık verici bir şey olduğunu anlatan hikayeleri bir kayıkta piknik yaparak dinlerlerdi belki de burada çocuklar...

Birbirlerine saygıyı çok acıktıkları bir orman yürüyüşü sonrasında biraz peynirle ekmek eşliğinde su içmek için sıra beklerken öğrenirlerdi.

Ve hayatı yaşanmaya değer kılan menfaatsiz duru dostlukların var olabileceğini öğrenirlerdi.

Şimdi pavlovun köpekleri misali yaşamın dağılışını müjdeleyen bir çeşit zille insanlar  zengin evlerindeki yalnız yaşamlara doğru yol alıyorlar…Asıl ödülün ne olduğunu gayet iyi biliyoruz oysa…pastel boyalarımız ,kocaman aferinlerimiz,ellerimize kadar inen büyük büyük büyük yıldızlarımız var aslında…

Bugün 13 mart…

Hayallerimi yazabiliyor olmanın da güzel olabileceğine karar verdim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder