En derin
sevgi ve saygılarımla gece on ikide kimselere
haber vermeden sessiz sedasız karşıladım eylülü..
Henüz ilk
günüydü. Esmer bir sohbete daldık gelir gelmez…
Bu sene de yine her zaman olduğu gibi sarı
yazlardan, sert rüzgarlardan, okulların açılışından ve yağmurun ellerinin de
aslında küçük olduğundan söz ettik.
Gece
yürüyüşlerinden, akşam sefalarından, rakıdan, balıktan kaçamadık yine.. İstavrit
sezonunda deniz kenarındaki balıkçıların hüzzam fasıllarında kaybolmuş bazı
hikayeler geçti elimize…okuduk birlikte.. kah güldük kah ağladık.. kahya diye
tuttuğumuz keyif kitaplarını beyaz leblebilerle değiştik..
Yazdan söz ettik…Yine
yerini beğenemeyen çiçekler gibi sürekli huysuzluk yapmıştı. Kızdıkça ,ateşi artan
güneşin yaktığı ormanları andık…bütün renkler hızla yanıyordu ve biz
birinciliği yeşile verdik.
Eski
dostlara, kıyıda köşede kalmışlara, sabahları esneyerek gerinenlere, çaresizliği
en vakur haliyle yaşayabilen ununu elemişlere, inadı inat olanlara, öfkesi
güzellere, keşfedebilenlere , en çok da eylülü sevenlere kaldırdık kadehleri…
Yanlış
kararlara, doğru zamanlara, kendi bildiklerimize, bildiğimizi
sandıklarımıza, öğreneceklerimize, gelmişimize geçmişimize içtik birlikte..
Kitap kokusu ve
yün hırkadan sola döndüğümüzde hemen yanımızdaki bir tabak dilimlenmiş anneanne elmasının
hemen yanındaydı bazı hayaller…hatta kahrolsun muydu bağğğzı hayaller..
Sıkı bir yağmurla
oluklardan eve akan bir adet müziği bırakmış Teoman eşliğinde derinde yüzdük…Sığ
dediğimiz şeyi ,aslında derinde olduğumuz için bilebildiğimizi ve sürekli kıyıda
olanlar için açık denizin olmadığını fark ettik.
Eylül en eski filozoflardan biriydi ...ve zamanında denizi dar büyük kentlere filolarla Truva balığı göndermiş olabilirdi.
Bir yandan da aylara göre deri değiştiren insanların aceleci intikamları, beceriksiz hırsları üzerine konuştuk..
Eylül en eski filozoflardan biriydi ...ve zamanında denizi dar büyük kentlere filolarla Truva balığı göndermiş olabilirdi.
Bir yandan da aylara göre deri değiştiren insanların aceleci intikamları, beceriksiz hırsları üzerine konuştuk..
Biz eylülle iki
eski arkadaştık.. şiiri filan severiz diye Edip Cansever okuyabilen gür sesli
içli plaklar bulduk…cızırtısını tavaya koyduk.. mum ışığında ya da un ışığında
hepsi nar gibi kızarana kadar şiir okuduk durduk.. sanırsın dünyayı kurtarıyoruz…
Aslında herkesin
hezeyanı kendineydi onu öğrenmiştik kırka az kala.. bir de kırk ayaklı kübik
gece lambalarının ışığında aslında herkesin bir Zuhal Olcay kıvamında
yalnızlığım şarkısıyla dalga geçebildiğini ..
Bunların hepsini
eylülde eylülle öğrenmiştim..
Eylülün ortalarında
lodosun baş ağrısıyla birlikte şişede birkaç şişe yahut getirdiğine de şahit
olmuştuk.. denizden çıkar çıkmaz şişeyi ıslak kaldırıma vurmak suretiyle kırmış
ve yahut zedelemiştik.
Sonlarına doğru
meyveli doğum günü pastaları üzerindeki mumlarla yapılan ilginç büyüme deneylerinin
de başarılı olduğunu görmüştük birlikte.. o kadar başarılıydı ki sonuçta
büyümeyi durduramadık.. her eylül ne zaman mumları üflesek hep biraz daha
büyüdük ve biraz daha çocukluktan uzaklaştık…
Paralel evrenlerde
her şeyin nasıl olasılıklı ya da olasılıksız olabileceğinden, insanların yaşam
boyu yaptıkları hataların yükünü hep birilerine ya da bir şeylere nasıl yükleme
bağımlılığında olabileceklerinden söz ettik.
Bitmeye yüz tutmuş
çok güzel masal kitaplarını sırf bitmesin diye bir dahaki eylül için yarım
bıraktık..
Jon Bon Jovi it’s
my life dedikçe akreple yelkovanın aslında yekrapla alkovan olduğunu görmemiz
asla fazla anason kokusuyla açıklanamadı.
Çirkin ördek
yavrusundan, düşük çene yapısından, konuşan fotoğraflardan, tuttuğu eli asla
bırakmayanlardan, adam gibi adamlardan, havaalanlarındaki dış
hatlardan, adalardan modalardan dem vurdukça…aralık kalan kapıdan ekim, kasım ve
tabi ki aralık göründü …
Bir de yeni yıla
girişin ilk gününün aslında her yıl eylülde kutlandığı gerçeğini çok az kişinin
bildiği geldi aklımıza..
Gregoryen
takvimine göre açıklanamayacak bu bilimsel değil de tamamen sinirsel gerçeklikle
baş edebilecek dergi editörleri olup olmadığından söz ettik.
Sıkıcı yazarların
bitmek bilmeyen kısa cümlelerinin ardından gizli özneleri, eksik yüklemleri çok
iyi anladığımızı fark ettik.
Eksik yüklemlerin
tamamlanması başka şartlarla kritere bağlanmışken aslında kusursuz bir cümle çok itici miymiş neymiş ona bakacakken…akacak
kan damarda durmaz misali kendi ayağımıza sıktık…
Biraz
topallayarak, biraz eveleyip geveleyerek nihayet sonbaharlı yağmurlukları
bavullardan, bohçalardan, dolaplardan çıkardık.
Ve nihayetinde herkesin
''en deli benim, hatta en akıllı da benim'' yarışına girdiği şu yüzyılda aslında
gerçek deliler kimler sorusuyla işlenen cinayete delil aradık.. Açlık oyunlarından sonra taşlık oyunlarının aslında şaka yapmadığından, yaşamın insanların ayağına bağlayabileceği hesapta olmayan taşlardan ,sonuna kadar oyunda kalabilenlerin anormal duygu durumlarından ve uyku sorunlarından söz ettik.
Yağmurun elleri
küçüktü ama kocaman ayakları vardı …sonbaharın matematiği kötüydü ,ayağının
numarası sağnaktı …ve ne komikti..
Biraz Müzeyyen
Senar ,biraz Cohen derken alkollü bir denizin yüksek sesli kahkahalarından
biriyle masaya çarpan tükürük …gecenin ilerleyen saatlerinde kendini sele çevirmeden
radyoyu kapattık..
Geride artık her
noktası yemyeşil İstanbul trafiğinin İbb Üzerindeki temiz görüntüsü kalmıştı.
En derin
sevgi ve saygılarımla gece on ikide kimselere
haber vermeden sessiz sedasız karşıladım sandığım eylülle ortalığı dağıtmış ve sanırım çok da gürültü yapmıştık.
Güneş uyandıktan sonra sonbaharın ilk gününe devam edecek olmak da güzeldi.
Yolculuk sırasında yol arkadaşlarımı bazen seçebilecek, bazen de seçemeyecektim. . Ama biliyorum ki yaşamın kendisi zaten kayıplar üzerineydi ve hüzünle gelen bu mevsimde içindeki çocuğa sarılabilen kazanacaktı...Zaten bu çocuk en çok da sonbaharda sıkı sıkı tutardı ellerimizden....
Güneş uyandıktan sonra sonbaharın ilk gününe devam edecek olmak da güzeldi.
Yolculuk sırasında yol arkadaşlarımı bazen seçebilecek, bazen de seçemeyecektim. . Ama biliyorum ki yaşamın kendisi zaten kayıplar üzerineydi ve hüzünle gelen bu mevsimde içindeki çocuğa sarılabilen kazanacaktı...Zaten bu çocuk en çok da sonbaharda sıkı sıkı tutardı ellerimizden....