5 Mart 2013 Salı


İNSAN
Ne yaşayacağını bile bile ve ladesler içinde insan…
Ağır kayıplar,ağır yaralar,ağır romanlar nasıl bir antibiyotikse zaman…zamanla hafifliyor…
Ve nasıl bir ağrı kesiciyse….  bu kadar ağırlık, hafif bir uyku hali yaratıyor.
İnsan bu…İnsan ki aslında kelimelerini cebinde taşıyor ama nasıl da cimri.
Çok sevdiklerimizi ne kadar derine gömersek gömelim onlara seslenmek için ,gökyüzüne doğru bakmıyor muyuz?
Ve sonra ağlarken,birden bir çocuk sesine dönüp.camdaki kuşa kanıp,karlar altında kalsak da yağmurla erimiyor muyuz?
Kendi yolunu bulmada bu kadar aceleciyken insan,sonu bile bile vedayı ertelemez mi? Bunca kayıp  içinde kendine büyük umutlardan  kocaman bir dünya yaratmaz mı?
Aslında her gün aynı yolları gidip gelirken,Kaf Dağından alıp kendini,ve kendini  ne zaman kaybetse deniz seviyesine inmez mi?
Her kaybediş,yeniden başlamak için bir sebepse…seçse de bazen olmaz olduğunda ,o isyan cenin bir kabullenmeye dönüşmez mi?
Zamanlama denen şeyin aslında kaderin ta kendisi olduğuna inanılır da ,halen ve ısrarla ya değiştirebilirsem diye uğraşırken aslında bisikletin tekerlerini freni çekip de çevirdiğine ancak büyük bir sarsıntıyla karar verir de insan,yerinde sayıyorsun diyene saydırmaz mı?
Ve her şey aslında istemekten ve umut etmekten ibaret değilse,yapılabilecek her şey yapıldığında bile umut bir ceza olarak  verilmişse insana…hayallerimiz aslımız olmaz mı?
Ve bütün bu yüzyıl hastalıklarının içindeki suretlerse…aslında bu ikilik,delilikle birlikte yürüyorsa,akıl hastanelerinde akıl dağıtılmadığı ,sadece kalanın damıtıldığı gerçeğine ulaşılmaz mı?
Yaşamak bir oyunsa eğer,küçücük bir gemiyle boyu aşan dalgaların içine dalınmaz mı? Ya da sadece birgün bir mutfak camına  hayatının en güzel şiirini yazmış olamaz mı insan?
Yaşamak bir oyunsa eğer,kimi elindeki evrak çantasından tavşan çıkarmak için sadece bir –a ya ihtiyaç duyarken , (evreka) kimi sırt çantasıyla  Mahruki’den önce çıktığı dağdan bir bardak çay hasretiyle koşar adım anne kucağına inmez mi?
Büyük yolculuklar için aklın erdiği yerin ötesinde ve keşfedilmiş bütün dillerin sonrasında kapıdan dışarı çıkmadan da olmak istediği yerdeyse insan…suretinin olduğu yerden ötede…varoluşun büyük kapılarının ardında aslında olmak istediği her yerde ve kullanamadığı dörtte üçlük akorla düşüncenin sınırlarını zorladığında zamanda yolculuk yapabiliyorsa…
Zoraki bir uykudan,hesapsız bir rüyayla uyanabiliyorsa…
Aslı ve sureti aynı vücudu,aynı aklı,aynı kalbi kullanıyorsa…
Zıtların uyumunun en iyi kanıtıdır insan.
Herkes içinde birden fazla kişi taşır.
Ya da bazen ağırlıklar bir bir atılır ve biriyle devam edilir de asıl hikaye sona saklanır.
En ağır olan asıldır da aslını atarsa rüzgarda savrulur , sökülür insan…
Ya da  önce aslına siper olur ki…kırılır da zaman zaman …kurşun geçirmez insan…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder