İNSAN
Ne
yaşayacağını bile bile ve ladesler içinde insan…
Ağır
kayıplar,ağır yaralar,ağır romanlar nasıl bir antibiyotikse zaman…zamanla
hafifliyor…
Ve nasıl
bir ağrı kesiciyse…. bu kadar ağırlık,
hafif bir uyku hali yaratıyor.
İnsan
bu…İnsan ki aslında kelimelerini cebinde taşıyor ama nasıl da cimri.
Çok
sevdiklerimizi ne kadar derine gömersek gömelim onlara seslenmek için ,gökyüzüne
doğru bakmıyor muyuz?
Ve sonra
ağlarken,birden bir çocuk sesine dönüp.camdaki kuşa kanıp,karlar altında kalsak
da yağmurla erimiyor muyuz?
Kendi
yolunu bulmada bu kadar aceleciyken insan,sonu bile bile vedayı ertelemez mi? Bunca
kayıp içinde kendine büyük
umutlardan kocaman bir dünya yaratmaz
mı?
Aslında
her gün aynı yolları gidip gelirken,Kaf Dağından alıp kendini,ve kendini ne zaman kaybetse deniz seviyesine inmez mi?
Her
kaybediş,yeniden başlamak için bir sebepse…seçse de bazen olmaz olduğunda ,o
isyan cenin bir kabullenmeye dönüşmez mi?
Zamanlama
denen şeyin aslında kaderin ta kendisi olduğuna inanılır da ,halen ve ısrarla
ya değiştirebilirsem diye uğraşırken aslında bisikletin tekerlerini freni çekip
de çevirdiğine ancak büyük bir sarsıntıyla karar verir de insan,yerinde
sayıyorsun diyene saydırmaz mı?
Ve her
şey aslında istemekten ve umut etmekten ibaret değilse,yapılabilecek her şey
yapıldığında bile umut bir ceza olarak
verilmişse insana…hayallerimiz aslımız olmaz mı?
Ve bütün
bu yüzyıl hastalıklarının içindeki suretlerse…aslında bu ikilik,delilikle
birlikte yürüyorsa,akıl hastanelerinde akıl dağıtılmadığı ,sadece kalanın
damıtıldığı gerçeğine ulaşılmaz mı?
Yaşamak
bir oyunsa eğer,küçücük bir gemiyle boyu aşan dalgaların içine dalınmaz mı? Ya
da sadece birgün bir mutfak camına hayatının
en güzel şiirini yazmış olamaz mı insan?
Yaşamak
bir oyunsa eğer,kimi elindeki evrak çantasından tavşan çıkarmak için sadece bir
–a ya ihtiyaç duyarken , (evreka) kimi sırt çantasıyla Mahruki’den önce çıktığı dağdan bir bardak
çay hasretiyle koşar adım anne kucağına inmez mi?
Büyük
yolculuklar için aklın erdiği yerin ötesinde ve keşfedilmiş bütün dillerin
sonrasında kapıdan dışarı çıkmadan da olmak istediği yerdeyse insan…suretinin
olduğu yerden ötede…varoluşun büyük kapılarının ardında aslında olmak istediği
her yerde ve kullanamadığı dörtte üçlük akorla düşüncenin sınırlarını
zorladığında zamanda yolculuk yapabiliyorsa…
Zoraki
bir uykudan,hesapsız bir rüyayla uyanabiliyorsa…
Aslı ve
sureti aynı vücudu,aynı aklı,aynı kalbi kullanıyorsa…
Zıtların
uyumunun en iyi kanıtıdır insan.
Herkes
içinde birden fazla kişi taşır.
Ya da bazen
ağırlıklar bir bir atılır ve biriyle devam edilir de asıl hikaye sona saklanır.
En ağır
olan asıldır da aslını atarsa rüzgarda savrulur , sökülür insan…
Ya
da önce aslına siper olur ki…kırılır da
zaman zaman …kurşun geçirmez insan…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder